Meltem TÜZÜN | Sanat ve “Eylem”

Bizim toplumumuzda sanat, bireyleri ve yaşamı değil, yalnızca nesneleri ilgilendiren bir şey haline gelmiş durumda. Sanatın yalnızca uzmanlar, yani sanatçılar tarafından yapılan özel bir şey olduğunu görüyorum.
avatar

  • e 0

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 0

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

Bizim toplumumuzda sanat, bireyleri ve yaşamı değil, yalnızca nesneleri ilgilendiren bir şey haline gelmiş durumda. Sanatın yalnızca uzmanlar, yani sanatçılar tarafından yapılan özel bir şey olduğunu görüyorum. Oysa neden herkes kendi yaşamından bir sanat eseri yaratmasın ki?Neden bu lamba ya da şu bina bir sanat eseri olabilsin de, benim yaşamım olamasın?
Michel Foucault

Her sanat eserinin oluşumu için gerekli olan şeydir eylem yani hareket. Fakat değinmek istediğim “eylem” kelimesi içerisinde çift anlam taşımaktadır. İnsanın varoluşundan günümüze kadar yapmış olduğu bir çok nesne sanat eseri olarak tanımlanmaktadır. Bu nesneler günlük kullanımdan, süs eşyalarına, dini amaca hizmet eden eşyalara kadar çok çeşitlidir. Ve aynı zamanda yine yapılan mimari plastik eserler, duvar resimleri ve yağlı boya tablolar sanat eseri başlığı altında sanat tarihçiler tarafından incelenmektedir. Tüm bu eserler, toplumların yaşadıkları dönemin kültürünü, alışkanlıklarını, yaşam koşullarını zaman zaman da siyasi ve felsefi düşüncelerini öğrenmemizde bizlere rehber olurlar. Özellikle 19.yy’ da oluşan yeni dünya düzeni ile birlikte doğan Empresyonizm akımı ve ardından gelen sanat akımları dönemin siyasal ve sosyal değişimlerinin birer yansıması oldular. Bu yeni dönemle birlikte sanat eşittir düşünmek ve sorgulamak şeklinde yön değiştirdi. 1960’lardan sonra ise yeni bir sanat anlayışı daha çıktı ortaya: Performans sanatı. Bahsedilen çift eylemli sanat ise Performans sanatı’dır.

Performans sanatı, izleyicinin önünde canlı olarak icra edilen bir sanat biçimidir. Sahne ve gösteri sanatları ile ortak yönler taşısa da dans, müzik, tiyatro gibi etkinliklerden farklı olarak görsel sanatların içinden çıkmış, olayların ilüzyonu değil, olduğu şekliyle olayın kendisinin sergilendiği sanat şeklidir. Kökleri 20.yy’da ki sürrealist ve füturist performanslarına kadar iner. Sanatçı, yaşadığı dönemin siyasal ve toplumsal sorunlarına dikkat çekecek şekilde hazırladığı performansını izleyici önünde sergiler ya da izleyiciyi de performansına ortak eder ve bu sorunları kendi sesi ile duyurur. Performans sanatçılarının bedenlerini kullanarak seslerini duyurma sebeplerini ise, devletin insan bedenini kendi istediği yönde kullanabilme çabasına bir eleştiri olarak varsayabiliriz. Onlara göre yaşanılan düzene karşı verilebilecek en iyi tepkiyi bedenlerimiz ile oluşturmak mümkündür. Nitekim sanatçılar sergiledikleri performanslar ile kendi amaçlarına hizmet etmeyi başarabilmişlerdir.

Avusturyalı sanatçı Herman Nitsch, kendi bedenini bir sanat aracı olarak kullanan sanatçılardan biridir. Onun belki de en ses getiren performansı ise 80.Eylem adını verdiği performansıdır. Bir bedeni kurban ederek saldırganlıktan arınma seremonisidir bu. Sanatçı saflık simgesi olan beyaz bir kostüm giymiş, gözlerini ise yardımcılarına siyah bir bez ile bağlatmış ve çarmıha gerilmiştir. Yardımcıları seyircilerin gözleri önünde bir sığırı önce kesip, sonra iç organlarını çıkarmışlar ve kanını da Nitsch’e sürmüşlerdir. Üç gün süren bu sergide izleyicilerin rahatsız olması için her şey yapılmış sürekli olarak vahşet görüntüleri sergilenmiştir. Bu gösteri insanın ikiyüzlülüğünü, bencilliğini ve gaddarlığını insana gösteren bir ayna olarak tanımlanmıştır. Yine tüm performansları “düşündürme ve eleştirme” üzerine kurulu diğer bir isim de Marina Abromoviç’tir. Abromoviç 1976-88 arasında Ulay isimli erkek bir sanatçı ile önemli bir noktaya değinilen bir performans sergilemiştir. Performansın ismi Komünist beden/ Kapitalist beden’dir. Aynı gün doğmuş iki sanatçı 30 Kasım’da gece yarısına 15 dakika kala bir eve 11 kişi çağırmıştır. Misafirler geldiğinde sanatçılar odanın zemininde uyur pozisyondalardır ve gece boyunca da her iki sanatçı aynı pozisyonda uyumaya devam edecektir. Sanatçıların yataklarının önüne iki masa konulmuş ve bu iki ayrı masaya kapitalist ve komünist düzendeki ülkelerin yiyecekleri konulmuştur. Abromoviç’in masasının üzerindekiler sosyalist, Ulay’ın tarafındakiler de kapitalist düzene özgü yiyeceklerdir. Ayrıca bir de bu düzenleri simgeleyen bir başka nesne de yer almaktadır, sanatçıların doğum belgeleri. Yugoslavya’da doğan Abromoviç’in belgesinde damga olarak kızıl bir yıldız, Almanya’da doğan Ulay’ın belgesinde ise bir gamalı haç yer almaktadır. Bu işin isminde bulunan ve bütünü oluşturan komünist, kapitalist elemanlar sanatçıların her ikisinin de politik bedenin bilincinde olduğunu göstermektedir.

Nasıl ki performans sanatçıları, sanatını toplumsal, siyasal bir olayı ve olguyu ya da insanın özünü eleştirmeye dayalı yapıyorsa, amacı sanat yapmak olmayan yalnızca “eylem” yapmak olan fakat süreçle birlikte ortaya sanatsal olgular da çıkaran bir oluşumdan bahsetmek istiyorum: Gezi Parkı. Bilindiği gibi Gezi Parkı Olayları, Taksimde bulunan, amacı halkın bölgedeki yoğun insan ve mimari kalabalığından sıyrılıp, nefes almasını sağlayan bir yer olarak hizmet vermek olan alana, kentsel dönüşüm adı altında yapılması planlanan Topçu Kışlası ile başladı. Polisin orantısız müdahaleleri ve hükümetin inşaat konusunda ısrarcı açıklamaları olayları bitmeyecek, aksine Türkiye’nin çeşitli bölgelerine yayılacak bir duruma getirdi. Tüm bu olaylar, eylemler, protestolar sırasında objektiflere yansıyan kimi kareler adeta Türkiye’nin performansıdır. Eylemlere katılanları kimileri provakatör kimileri çapulcular diye adlandırdı. Ben ise onlara performans sanatçıları demeyi daha uygun buluyorum. Çünkü eylemlere katılanlar, farkında olarak ya da olmayarak bir sanat ortamı sergilediler. Bu konuda sanat eleştirmenleri de aynı görüşü paylaşmaktalar. Gezi Parkı Olaylarına sanat eleştirmenleri ve bazı sanatçılar ‘ Bu seneki Bienali yapmaya gerek yok, Gezi Olayları zaten bir açık hava Bienali’ şeklinde yorumlarda bulunmuşlardır. Yine bu sene 13.sü gerçekleşecek olan ve teması ‘Anne Ben Barbar mıyım? ‘ olan İstanbul Bienali’ne katılacak olan Meksikalı performans sanatçısı Hektor Zamora’da Gezi Olayları için ‘Eğer bunu 2 senede bir tekrar ederseniz adı Bienal, 3 senede bir tekrar ederseniz Trienal olur. ‘ yorumunu katmış ve kendi performansının da Gezi Olaylarına bir gönderme içerdiğini söylemiştir. Zamora’nın performansında ellerindeki küp küp tuğlaları birbirine atan işçiler yer almaktadır. Zamora Gezi Parkı Eylemleri sırasında insanların polise karşı barikat yapan görüntülerini izleyip, bundan çok etkilendiğini ve performansının bu kesiminin bu barikat olayına bir gönderme olduğunu açıklamıştır.

Gezi Parkı Olayları’nın insanların başarısını ve yaratıcılığını ortaya çıkarttığı ortadadır. Değişen dünya düzeninin gerektirdiği gibi artık sanatta güzel, estetik, iyi kaygıları aranmamaktadır. Aksine ekspresyonizmden beri sanat doğayı olduğu gibi almak yerine insanın iç dünyasına ve hislerine yönelmiş ve var olan yaşamı olduğu gibi aktarmayı hedeflemiştir. Artık sanat insanı güzellik kaygısı ile uyuşturan, gerçek dünyadan soyutlayan bir araç olmaktan çıkmıştır. Gezi Parkı Olayları da bize bir kez daha gösteriyor ki, performans sanatçılarının söylediği gibi aslında yaşamdır sanat olan, toplumsal sorunları ile, siyasal sorunları ile bir bütün olarak. İnsan bedeni ise bu sanatı en iyi icra eden araçtır.

Sıradaki içerik:

Meltem TÜZÜN | Sanat ve “Eylem”

editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ