Anadolu, ilk insanın mağara yaşantısından başlayarak, birçok uygarlığın yaratıldığı ve uygarlık tarihi açısından bilinen en zengin coğrafyadır.
Zaman içinde bir uygarlık sonlanırken başka bir uygarlığın doğması ve bu sürecin Anadolu topraklarında ilkel insandan itibaren kesintisiz olarak günümüze kadar devam etmesi, Türkiye’nin bugün ‘’Uygarlıklar Ülkesi’’ olarak anılmasına neden olmuştur. Anadolu’da Paleolitik ve Mezolitik Devir’lerden sonra Neolitik Devir’e ait hergün yeni bir merkez ortaya çıkarılmaktadır. Elde edilen yeni bilgiler Anadolu’daki Neolitik Devri 2000-3000 yıl geriye götürmüştür.
Kalkolitik Devir’den sonra gelen İlk Tunç Çağı’nda Anadolu’da beylikler oluşmaya başlamış ve bu beyliklerden üstün bir kültüre sahip Hitit İmparatorluğu doğmuştur. 400 yıl kadar bu toprakların hakimi olan Hititler’in yarattığı yüksek uygarlığın izlerini bugün Anadolu’nun birçok yerinde görmek mümkündür.
Hititler’in yıkılmasından sonra, onların hakiki örf ve adetleri Geç Hitit şehir devletlerinde yaşamaya devam etmiştir. Arkasından doğuda Urartu, batıda Phryg ve Lydia Uygarlıkları doğmuştur. Lydialılar’ı yenen Persler’in 200 yıllık hakimiyetinden sonra İskender’in tarih sahnesine çıkışıyla, Anadolu’da Helenistik Çağ başlamıştır. Helenistik Çağ ve Roma Çağı’ndan sonra . Bizans İmparatorluğu 1000 yıldan fazla Anadolu toprakları üzerinde yaşamış ve bizlere yaşamışlığının izlerini bırakmıştır. Daha sonra Anadolu’ya egemen olan Selçuklular ve sonrasında 600 yıl hüküm süren Osmanlılar da sayısız görkemli eser inşa etmeye devam etmişlerdir. Bugün bütün bu uygarlıkların kültür zenginlikleri, ülkemizi çok güzel bir konuma taşımakta ve Dünya’nın hayranlığını, haklı olarak Anadolu’muzun üzerine çekmektedir.
Öğrendiğimiz bu bilgiler ışığında Anadolu’daki tarihi zenginlikleri ortaya çıkaran arkeolojik kazılar 19.yy’da yabancı arkeologlarca başlatıldı. Alman arkeolog Schliemann’ın eski Truva kentini bulmak için başladığı kazı uzun yıllar sürdü.
1882’de Türkiye’deki ilk arkeoloji müzesinin kurucusu ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey’in (1842-1910) buluntuların bir bölümünü müzeye almak için bu kazıyı denetlediği bilinmektedir. Osman Hamdi Bey 1887’de en önemli kazısını Sayda’da (bugünkü Lübnan’da) gerçekleştirmiştir. Bu kazıda Fenike krallarına ait 20’den fazla lahit bulunmuş ve müzeye konmuştur. Daha sonra Anadolu’daki ilkçağ uygarlıklarını araştırmak isteyen Alman, Avusturyalı ve ABD’li arkeologlar da Bergama, Priene, Milet, Efes ve Sart gibi tarihi bölgelerde kazılar yapmışlardır.
Türkiye’de arkeoloji Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk’ün ilgisiyle önem kazandı. Türk Tarih Kurumu’nun kurulup kazılara mali destek sağlaması ve kazı raporlarının kurum matbaasında basılması da arkeolojiye büyük katkılar sağladı. Önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde arkeoloji kürsüleri kuruldu. Daha sonra Asar-ı Atika Nizamnamesi ile güvence altına alınan ören yerlerinde yerli ve yabancı uzmanlarca birçok kazı yürütülmeye başladı.
1933’te Türk Tarih Kurumu adına ilk kazılar Ahlatlıbel’de Hamit Zübeyr Koşay başkanlığında gerçekleştirildi. Ardından 1935’te Koşay ve Remzi Oğuz Arık Alacahöyük kazılarına başladılar. Yine 1930’lardan başlayarak Alman, Fransız, İngiliz ve Hollanda arkeoloji enstitüleri kuruldu. Bu dönemde yerli ve yabancı uzmanlar birçok eski yerleşim bölgesinde araştırma ve kazılar gerçekleştirdiler. Kazılardan çıkarılan eski yapıtları korumak ve sergilemek için yeni müzeler kuruldu. 1946’da Kılıç Kökten başkanlığında Anadolu’nun en büyük doğal mağaralarından biri olan Karain kazılarına başlandı. Arif Müfid Mansel, Perge (1946) ve Side (1947); Bahadır Alkım, Karatepe (1947); Tahsin Özgüç, Kültepe (1948) ve Altıntepe’de Urartu Kalesi (1959); Ekrem Akurgal, eski İzmir,Foça, Sinop; Afif Erzen, Van’da Urartu (1961); Kenan Erim, Afrodisias (1961); Nimet Özgüç, Acemhöyük (1962) ve Samsat (1978); Nezih Fıratlı, Uşak Selçikler (1966) kazılarını yürüttüler. Ufuk Esin, 1968’de Tepecik’te, 1971’de Tülintepe’de kurtarma kazılarını yönetti. Bu yöre 1975’te Keban Baraj Gölü’nün dolmasıyla birlikte sular altında kalmıştır. Yine Ufuk Esin’in 1978’den beri yönettiği Değirmentepe kazıları Karakaya Baraj suları altında kalacak buluntuları kurtarmaya yöneliktir.
Türkiye’de yazılı belgelerden ya da toprak üstündeki kalıntılardan yola çıkılarak yapılan planlı kazılara örnek olarak Boğazköy, Kültepe ve Efes kazıları gösterilebilir. Ayrıca, arkeoloji bölümü öğrencilerinin bir kazı örgütlemeyi ve kazı tekniklerini öğrenebilmeleri, kayıt tutma, buluntuları numaralama ve sınıflandırma gibi bilgilerini uygulayabilmeleri için ‘’eğitim kazıları’’ düzenlenmektedir.
Son yıllarda, Bodrum’da denizaltında arkeolojik araştırmalara da başlandı. Yeni kurulan Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne bağlı olarak yürütülen çalışmalar sonucu denizden çıkarılan birçok buluntu bu müzede sergileniyor.
Türkiye’de kazı yapmak yasalara bağlıdır. Kazı yapmak isteyen bilim adamı ya da uzman, kazı için gerekli mali desteği Türk Tarih Kurumu’ndan, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden ya da üyesi olduğu bir bilim kurumundan sağlar. Kazı izni için ise Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne başvurulur. Yabancılar bu başvuruyu ülkelerinde bulunan Türkiye temsilcilikleri aracılığı ile yaparlar. Bir bilim adamına kazı izninin verilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır. Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün kendi sürdürdüğü kazılar dışındaki yerli ve yabancı bütün kazılara, bakanlığı temsil eden bir denetleyici katılır. Kazılarda ele geçen buluntuların tümü kazı mevsiminin bitiminde Türkiye müzelerine teslim edilir.
Türkiye’de arkeoloji alanları giderek büyümektedir ve topraklarımızın altından çıkan tarihi zenginliklerle birlikte giderek daha da gelişip büyüyecektir.
Duygu IRMAK | Arkeoloji ve Anadolu’daki Tarihsel Gelişimi
Yorum Yaz