İstanbul’da bu cennet taşının parçaları mevcut ama pek kimse bilmez..
Hacer-ül esved’in önünde hep bir kargaşa vardır. O’na el sürmek için insan birbirini adeta ezer. Gelin görün ki İstanbul’da bu cennet taşının parçaları mevcut ama pek kimse bilmez.. Kâbe-i muazzama yeryüzünün ilk binası ve ilk mescididir. Adem Aleyhisselam zamanında meleklerin bina ettiği Beyt-i Mâ’mur’un temelleri 30 güçlü insanın taşıyamayacağı irilikte taşlarla atılmıştır. Allahü tealâ bu temelin üzerine cennetten bir beyt indirdi ki pırıl pırıl parlıyordu. Beytullah’ın içinde nurdan kandiller vardı. Kandillerin çanakları cennet altınıydı ve etrafında yıldızları andıran ak yakutlar diziliydi. İşte Hacer-ül esved bunlardan biriydi. Ancak bu ak yakuta o kadar günahkar ve inkarcı el sürdü ki utancından karardı ve adı bile Hacer-ül esved’e (kara taşa) çıktı.
Adem aleyhisselam’dan beri birçok Peygamber Kabe-i muazzamayı tamir ettiler. Mesela Nuh tufanı ile Kabe-i Muazzama yıkıldı. Ancak Cebrail Aleyhisselam aldığı emir üzerine Hacer-ül esvedi Ebu Kubeys dağına gizledi. Yıllar sonra İbrahim Aleyhisselam ve oğlu Hazret-i İsmail Kabe-i şerifin temellerini buldular. Onu tekrar bina etmeye başladılar. İbrahim Aleyhisselam Tavaf’ın başlayacağı köşeye çok değişik bir taş koymak istedi. İsmail aleyhisselam morundan, yeşilinden, pembesinden renk renk, çeşit çeşit taşlar getirdi ama hiç biri babasının içine sinmedi. İşte tam o esnada Ebu Kubeys dağı dile geldi ve Cebrail aleyhisselâmın emaneti olan Hacer-ül Esved’i geri verdi.
Yine bir tamir esnasında Arap kabileleri Hacer-ül esvedin duvara yerleştirme şerefini paylaşamadılar, ortalık çok gerildi. Nihayet Bab-ı Selâm’dan ilk giren hakem olsun dediler. Kapıdan Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) girdi. Mesele anlatıldığında tebessüm buyurdular. Hacer-ül esvedi bir bez içine koydular. Her ucundan bir kabile reisi tuttu ve taşıma şerefine erişmiş oldu. Nurlu taşı yuvasına oturtmak ise Server-i kainat’a düştü. Hacılar tavafa Hacer-ül esved’in bulunduğu köşeden başlarlar. Uzaktan uzağa ona istilam eder yani ellerini kaldırıp “Bismillahi Allahu Ekber” derler. Yakından istilam etseler hatta dokunsalar olmaz mı? Çok güzel olur ama ne mümkün. Ona el sürmek kolay değildir ki. Hasılı Mekke-i Mükerreme’ye ve Kâbe-i şerife ulaşmak mümkün olur ama Hacer-ül Esved’e dokunmak zordur. Bakın size bir sır verelim; Eğer Hacer-ül Esved’i merak ediyorsanız İstanbul’umuzun kıymetini bilin. Çünkü bu nurlu taşın parçaları İstanbul’da da bulunuyor. Sultanahmed’in az altında sahile bakan tarafında Kadırga Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin minberinde, mihrabında ve duvarlarında bir tamir esnasında dağılan Hacer-ül esved’in parçaları vardır. Bir de Osmanlı Padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman Han’ın türbesinde bulunuyor… Bizden söylemesi…
Hacer-ül esved’i görmek, hele el sürmek her Müslümana nasip olmaz. Halbuki Sokollu Mehmed Paşa Camii ve Süleymaniye Camii’ndeki Kanun-i Sultan Süleyman Han’ın türbesinde bu nurlu taşları görmek, hatta el sürmek mümkündür.
İNAN ARVAS
Vesveseden kurtuluş duası
Vesvese (kuruntu), duâ ederek, zikrederek azalır ve yok olur. Bunun için, bilhassa günah işleme meyli olduğu zaman, Allahı hatırlamaya, onu anmaya çalışmalı, istigfar, salevat ve duâ okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalıdır. Günahlara tevbe etmelidir. Şeytanın vesvesesinden ve sıkıntılardan kurtulmak için, hergün şu duâyı okumalıdır:
“Yâ Allah-ür-rakib-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ülazîm-ür-raûf-ül-kerim. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beyni ve beyne adüvvî!”
Etli Pırasa Dolması
Malzemeler: l 1,5 kilo kalın pırasa l 2 adet soğan l 2 kahve fincanı pirinç l 250 gram orta yağlı kıyma l 2 yemek kaşığı salça l Yarım demet maydanoz l 3 yemek kaşığı margarin l Yarım limon suyu l Yeteri kadar tuz, karabiber
Yapılışı: Pırasaların beyaz kısımlarını önce uzunlamasına sonra enine doğru ikiye kesin. Kestiğiniz parçaları yıkayıp çok az su ve tuz ile çok fazla yumuşamayacak şekilde haşlayıp süzün. Soğan ve maydanozu ince ince kıyın. Sonra kıyma, soğan, maydanoz, salça, tuz, karabiber ve önceden yıkanmış pirinci katarak dolma harcını hazırlayın. Pırasaların içindeki iç zarını çıkarın. Birer katını açarak üçgen şekilde malzemeyi koyup sarın. Tencereye dizin. Margarini küçük parçalar halinde üzerine yerleştirin. Üzerini örtecek kadar su ekleyip kısık ateşte pişirin. Tencereyi ateşten indirmeye yakın yarım limon suyunu üzerine gezdirip sıcak olarak servise sunun.
SEYYAHLARIN KALEMİNDEN
Osmanlı nezaketi
“ İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu milletin lütufkarlığıyla misafirperverlik aşkına şahit oldum. Rastladığım hangi Türk’e yol sorsam, hemen bana rehberlik etme teklifinde bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler hususunda elinden gelen ikramda kusur etmemek suretiyle de hep aynı kibarlığı gösteriyordu.” (L. H. Delamarre, XIX. yüzyıl)
“İstanbul halkı Avrupa başkent halklarının en nazik ve en kibar olanıdır. Sokak kavgaları ender görülür. Kahkaha sesleri çok nadir işitilir. O kadar toleranslıdırlar ki, ibadet saatlerinde bile camileri gezilebilir, bizim kiliselerde gösterilen kolaylıkların çok daha fazlası görülür.” (Edmondo de Amicis, XIX. yüzyıl)
“Türklerin bağırarak konuştuğunu duyamazsınız. Bir Türk ne kadar az konuşur ve ne kadar az hareket ederse etrafında o kadar çok saygı uyandırır. Türkler, hizmetkarlarına emirlerini el çırparak ya da kaş göz işaretiyle veriyorlar. Birbirlerine karşı gösterdikleri saygıyı da sessizce ifade ediyorlar.” (La Baronne Durand de Fontmagne, XIX. yüzyıl)
Hayal Tiyatrosu: Şefkat 20
Dizlerim titredi…
– Hatun gerçekten ilim sahibi bir hanımla tanışmışsın… Bunlar çok önemli tespitler…
– Evet… Ben o akşam, o hanımla yaptığım bu konuşma kadar faydalandığım ikinci bir diyalog yaşamadım kimseyle… Bütün çözümsüz zannettiğim sorular bir bir cevaplanıyordu… İçimdeki nefs ve şeytan bana onları karmaşık gösteriyormuş, bunu anlamaya başlamıştım…
– Peki sonra ne oldu…
– Yatsı vakti gelmişti… ‘Ben namaz kılayım, sonra devam ederiz olur mu’, dedi… Kalktı ve bir anda değişti…
– Nasıl yani…
– Sanki yanında ben yoktum…
– Yine anlayamadım…
– Namaza hazırlanırken o kadar titiz, o kadar doğal, o kadar başka bir edebe büründü ki hayran olmamak elde değildi… Dikkatle onu takip ederken, birdenbire, dudaklarımdan ‘ben de kılmak istiyorum’ sözleri döküldü… Tebessüm etti… ‘Ne güzel yaparsın’ dedi… Abdest aldım… O da namazlık örtüyü ve seccademi hazırlamış… Odanın ışığını azalttı… Harika bir loşluk oldu… O namaz örtüsünü başıma sarıp, uzun entariyi giydiğimde hissettiklerimi nasıl anlatayım beyciğim sana…
– Anlat… Ne olur hiç bir şeyi atlamadan anlat…
– O örtüye büründüğümde sanki kendimden geçtim… O baş örtüsünün yüzüme değen kısmındaki yumuşaklık ve güzel kokusu beni kendimden geçirir gibi oldu… Sanki ruhum üşüyordu da, o örtülere bürününce ısındım bir anda… İşte dedim, Aişe annemiz, Fatıma annemiz de böyle örtünürdü… Ben de yıllar sonra bu duyguyu tattım… Seccadelerimiz işlemesiz, sade, kıble yönüne serilmiş; bir sihirli halı gibi ruhumu yükseklere taşımaya hazırdı… ‘Farkında mısın’ dedi… Neyin dedim… ‘Allahü tealanın huzuru şerifine çıkmak üzereyiz’ dedi…
O anda kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı… O kadar kibar, o kadar edepli, o kadar samimi söyledi ki… Bir anda bu hakikate gözlerim açıldı sanki… Sonra o namaza başladı… ALLAHÜ EKBER, diyerek… Ben de başladım… Annemin yıllar önce öğrettiği sureler ve namaz kılınışı hatırımdaydı… Dizlerim titriyordu… Yıllar sonra… Ben Allahü tealaya o kadar vefasızlık etmişken, işte Rabbim beni huzuruna kabul etmişti… Bütün kirime rağmen, namaz kılmam nasip oluyordu… Ah bu nasıl bir his…
– Mübarek olsun hanımcım… Ben de o anı şu anda yaşadım sanki…
– Sureleri bitirince, rükuya gittim… Kalktım… Secdeye vardığımda ne oldu, biliyor musun…
– ….. (devam edecek)
Ömer Çetin Engin
Ömer Çetin Engin – İstanbul’daki Cennet Taşları
Yorum Yaz