1453’den Önce İstanbul | Doğan KUBAN

avatar

  • e 0

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 0

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

İstanbul çevresinde ilk yerleşmenin, Kadıköy’de Kurbağalıdere kenarında, Truva’nın erken katlarıyla eş zamanlı bir kültüre mensup olduğu, bazı kalıntılardan anlaşılıyor. İstanbul yarımadasının burnunda Trakyalı kavimler tarafından Lygos olduğu yazılan bir yerleşmeye ait duvar kalıntılarına Sarayburnu’ndaki ilk demiryolu inşaatı sırasında ve daha sonra yapılan sondajlarda rastlanmıştır. Yine Kadıköy’de bir Fenike «Comptoir» ı olduğu biliniyor.

Grekler Boğaz kıyılarına daha sonra geliyorlar. İstanbul’u kuran Megaralı Grekler, şüphesiz yerleştikleri sit’in dünya şehri olmağa elverişli bir coğrafî niteliğe sahip olduğunu düşünmemişlerdi. Bu eski Grek kolonisinin evrensel şehir statüsüne erişmesi coğrafî olduğu kadar tarihî olasılıkların sınırları içinde düşünülmelidir. Şehirler kendilerinden önce varolan bir dünya strüktürünün verileri için de meydana geliyor, fakat bir kere meydana geldikten sonra, o verilerin niteliğini değiştiriyorlar. Çevre ile insan yapısı arasındaki geniş ekolojik ilişkilerin açıklanmasında, kavranamayan veya analizi yapılamayan faktörler başlangıçta kavrananlar kadar önemli olmuş olabilir.

İstanbul’un yerleştiği coğrafî silin en önemli özellikleri, çok kere tekrarlandığı gibi Step Dünyası ile Akdeniz çevresinin ticaret ilişkilerini sağlayan bir su yolu üzerinde, açık deniz dalgalarından müteessir olmayan Haliç (Keras) gibi bir limana sahip olması ve Balkanlarla Önasya arasında kolay aşılabilen bir köprü ödevi görmesi olmuştur. Denizden gelenlerin kuracakları bir koloni için, denizle ilişkiyi savunmayla en iyi kombine eden topoğıafik verileri de buna ekleyebiliriz.

Yunan yarımadasında yaşayan Grek boylarının ulaşım ve yayılma yolu denizdi ve bu yayılma, doğal olarak, kıyılar boyunca oluyordu. Böylece Ege adalarından iyonyaya, Anadolu ve Trakya kıyılarını izleyerek Marmara ve Karadenize uzanan kolonizasyon yolları üzerinde önce Chalcedon (Kadıköy) sonra Byzantion koloni şehirleri kurulmuştur. Schneider, Chalcedon’un tarımsal amaçlarla gelenler tarafından kurulduğu kanısındadır (2). Buna karşılık Sarayburnu üzerindeki ilk Grek kolonisi Haliç’le Marmara’ya hakim bir tepe üzerinde, deniz ticaretine elverişli bir sit üzerinde yerleşmişti. Ticaretin, ekonomik hayatın belkemiğini teşkil etliği koloni hayatında, topoğrafik avantajlar da göz önüne alınırsa, Byzantion’un, Chalcedon’dan daha fazla önem kazanması olağan sayılmalıdır. Koloninin Karadeniz ticaret yolu üzerindeki mevkiî sağlamlaştıktan sonra, özellikle savunma kolaylığı şehrin önemini arttırmış olmalıdır. M.Ö. 5. Yüzyılda Byzantion’u, kendi parasını Yunan şehirlerinde kabul ettiren bağımsız bir şehir olarak görüyoruz. Ticaretin ana eylem olduğu, liman gelirlerinin çok büyük yüzdesinden anlaşılmaktadır
(3). Bu sırada Byzantion, İran ve Grek ülkeleri arasında kenarda kalmış, sadece Karadeniz yolu üzerinde sağlam bir iskele niteliğinde, ikinci derecede bir şehirdi. Bizans’ın daha fazla önem kazanması Ege ve Balkanlar ile Küçükasya arasındaki ilişkilerde politik ağırlık merkezinin daha kuzeye çıkmasına bağlıydı. Makedonyalıların Yunan dünyasına hakim olması ile böyle bir bileşen ortaya çıkmıştır. Nitekim Romalıların gözleri Doğuya döndüğü zaman karşılarında güç olarak Yunan şehirleri değil, fakat Kuzeydeki Makedonya Devleti vardı. İskender sonrası Hellenistik devletlerinin kuruluşu da, Roma ile Önasya arasındaki ilişkiler açısından, Byzantion’un geleceğini etkilemiş olmalıdır. Bu sıralarda Anadolu’nun kaderine hükmeden politik
kuruluşlar içinde Bergama ve Pontus’un, Roma ile politik yakınlıkları veya mücadeleleri şehre yeni bir jeopolitik ağırlık kazandırıyor. M.S. 11-111. Yüzyıllarda, Roma dünyasının tümünü etkileyen büyük tarihî oluşlar içinde, Roma ile kuzeydeki barbar dünyasının mücadeleleri İmparatorluğun kuzey sınırlarının korunmasını birinci plana getiriyor, ve Gol’den Ermenistan’a kadar uzanan coğrafî kuşağın önemle ele alınmasına sebep oluyordu. Bu sıralarda Byzantion, Septimus Severus’u rahatsız eden bir şehir olarak, M.S. 196 da tahrip edilmiştir. O zamana kadar şehrin ilk surlar içinde yaşaması, ekonomik açıdan fazla bir gelişme göstermediğine kanıt sayılabilir. Fakat Severus, surları biraz daha büyüterek şehri yeniden imar ettirmiştir. Bunu Byzantion’un stratejik açıdan önem kazanmış olmasıyla açıklamak doğru olur. Diyoklesyen’in III. Yüzyılda Nikomedya’yı kendisine kısa bir süre için başşehir seçmesi de, politik ve askerî faktörlerin idare merkezini bu bölgeye ittiğini gösteren diğer önemli bir kanıttır.

Böylece Konstantin’den önce istanbul’un Antik Çağ tarihi içindeki yerini değerlendirmeğe çalıştığımız zaman, iki faktörün birbirlerini takip ederek şehrin kaderini tayin ettiklerini görüyoruz : birincisi, Grek kolonizasyonu ve ona bağlı olarak ekonomik bir faktör; ikincisi Hellenistik çağdan sonra, özellikle Roma imparatorluğu devrinde, tarihî gelişmelerin yönelttiği politik ve askerî bir faktör. Gerçekten de Roma çağının istanbul’a bağlı yol strüktürü, stratejik veriler sonucunda ortaya çıkmış, imapratorluk politikasına hizmet eden bir askerî yol düzeniydi. Bu şehrin Konstantin tarafından başkent seçilmesinin nedeni o günlerin politik konjonktürü içinde stratejik önemi olmuştur. Bu çağdan önce Byzantion’un önemli bir şehir olarak kabulünü gerektirecek bir sebep yoktur. Byzantion’u ünlendiren Konstantinopolis olmuştur.

Bir kere imparatorluk merkezi olarak seçildikten sonra, şehir, imparatorluğun ekonomik, kültürel, idarî strüktürü içinde yeni bir ağırlık merkezi oluyordu. Bundan sonra bu özellikler birçok eylemlerin ona dönük olarak gelişmesine yol açacaktır. Böylece Konstantin tarafından İmparatorluk merkezi yapılmakla İstanbul’un Dünya şehri kariyeri başlamış oluyordu.

etiketlerETİKETLER

Sıradaki içerik:

1453’den Önce İstanbul | Doğan KUBAN

editörün seçtikleri EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ