İslamiyeti benimseyen Türk âlemi, ibâdet yeri olan camiyi, kültür ve sosyal yardım müesseselerinin bir merkezi olarak görmüş ve bu görüşe göre de camilerinin çevresini düzenlemiştir.Böylece meydana gelen ve kurucuları tarafından vakf edilen eserler topluluğuna genellikle külliye ve bazen de manzume denilmektedir. Külliyelerin yapılışında büyük bir hayır müessesesi kurmak düşüncesi ile birlikte, bir imar fikri de hâkimdir. Türk ‘şehirlerinin doğuş ve şekillenmesinde külliyelerin payı çok büyük olmuştur. Ancak yerleşim yerinin topoğrafik yapışan ve kurulmuş şehir düzeniyle bütünleşen külliyelerin Osmanlı devri Türk mimarisinde belirdiği de dikkati çeker.
Anadolu’da Selçuklular döneminde külliyeler yapılmıştı. Bunların en tanınmışı Kayseri’de Huand Hatun külliyesidir. Burada bir cami etrafında, medrese, hamam ve bir de kurucunun türbesinden meydana gelen bir mimarî topluluk ile karşılaşılır. Fakal bu erken dönem külliyelerini teşkil eden yapılar biribirinden ayrı, bağımsız birimler olarak inşa edilirler. Anadolu’nun ilk külliyelerinden sayılan Mengücükoğullan’nm eseri Divriği Ulu Câmii ise, daha değişik bir durum gösterir. Burada büyük bir Ulu Câmiin kıble duvarına bitişik ve ters eksende olmak üzere bir dârüşşifa inşa olunmuştur. Fakat bu dârüşşifa iki kailidir. Üst kalın dârüşşifaya mı ait olduğu yoksa bir medrese olarak mı düşünüldüğü bilinemez. Eğer esasda burası medrese olarak tasarlandıysa, Divriği Ulu Câmii külliyesi tek bir kitle halinde câmi, dârüşşifa ve medreseden meydana gelmiştir denilebilir. Osmanlı döneminin başlarında kurulan bazı yapılarda ise, meselâ Bursa’da Yeşil Câmi’- de, ibâdet yeri olan câmi tabhane odaları ile birleştirilerek tek bir bina halinde yapılmış, medrese ile türbe ayrı ve başlıbaşına mimarî eserler olarak düzenlenmiştir. Çekirge’dcki Hüdavendigâr Külliyesi’nde ise câmi ve tabhane bir binanın alt katına, medrese ise aynı binanın üsl katma yerleştirilmiştir ki Türk sanatında başka örneğine pek rastlanmayan bir uygulamadır. Nihayet Edirne’de Üç Şerefeli’de büyük câmiin dışında ayrıca medreselerin varlığı görülür. Küçük ölçüdeki bu ilk Osmanlı külliyeleri arasında Bursa’da Yıldırım Bâyezid Külliyesi bir dârüşşifaya da sahip olması bakımından diğerlerinden ayrılır.
İstanbul’un fethinden sonra yapılan ilk büyük dinî tesis olan Fatih Câmii’nde, Bizans İstanbulu’nun tam ortasına Bizans’ın Ayasofya’dan sonra en büyük kilisesi olduktan ba§ka İmparatorların çoğunun mezarlarının olduğu Havariyyun Kilisesi’nin yerinde Fatih Külliyesi inşa olunmuştur. Burada bir “imaret”\n bütün elemanlarının, Türkleşen ve İslâmlaşan şehrin ortasına bir Türk damgası olarak yerleştirildiği görülür. Burada câmi ve onun hemen önünde olan türbe etrafında geometrik bir düzenleme ile medreseler, tabhane, dârüşşifa, tam bir simetriye göre fakat ayrı, başlıbaşına yapılar halinde yerleştirilmiştir. Külliyenin gelir ve cemaat bakımından tamamlayıcı unsurları olan, kervansaray arazi meylinin içinde, çarşı (Saraç lar Çarşısı) ve hamam ise az ileride yapılmıştır. İstanbul’un bir bakıma Ulu Câmii olan Ayasofya etrafında önce bir külliye kurulması düşünülmemiş sadece bir medrese yapılmıştır. Ancak lö.yüzyıl sonlarında Padişah türbeleri inşa olunup, IS.yüzyılda da Sultan I.- Mahmud, kütüphane, aşhane-imaret, şadırvan, sıbyan mektebini yaptırınca bir Ayasofya Külliyesi meydana gelmiştir. 6u külliyenin parçası olan hamam (Cağaloğlu Hamamı), câmiin yakınında Haseki Hamamı olduğundan daha uzakta yapılmıştır.
Sinan’dan önceki dönemin önemli iki büyük Osmanlı-Türk külliyesi Amasya ve Edirne’de bulunmakladır. İkisi de Sultan II. Bâyczid’in hayır eserlerinden olan bu külliyeler düz arazide muntazam bir geometrik düzene göre inşa olunmuştur. Câmi ortada büyük kitlesi ile hâkim olmakta, iki yanında küçük kubbeleri ile ek binalar yer almaktadır. Edirne’de câmiin iki yamnda ona bitişik olarak bir çift tabhaneden başka, geniş dış avlunun bir tarafinda aşhane-imaret, erzak ambarı, fırın yapılmıştır, diğer tarafda ise mimari bakımdan harikulâde bir eser olan dârüşşifa, bimarhane inşa olunmuş bu kitlenin dışına da büyük bir medrese yerleştirilmiştir. Tam ortada olan câmi, kare kitlesi ve 21 m.kadar çapındaki kubbesi ile bu külliyenin merkezinde yükselir. Yine Sultan II.Bâyezid’n İstanbul’da yaptırttı ğı ve şehrin ikinci büyük Selâtin külliyesi olan Bâyezid Câmii ve eklerinde ise tabhaneler, E – dirne’de olduğu gibi câmiin iki yanında kanatlar halinde kurulmuş ve minarelerin bunların en dış köşelerinde yükselmesi sftetiyle eserin abidevîgörünümü daha da vurgulanmıştır. Medrese, sıbyan mektebi, hamam, aşhane-imaret ve kervansaray yapılan, bu çekirdeğin etrafında adela serpiştirilmiş bir halde dağınık olarak yerleştirilmiştir. Böylece Fatih Külliyesi’nden farklı bir şehircilik anlayışına göre, Bâyezid Külliyesi, Geç Roma-Bizans Dönemlerinin Forumunun kahntılan üstünde yayılarak kurulmuştur. İstanbul’da mimarı kesinlikle Sinan olmayan. Sultan Selim Câmii’nde ise bir külliye kurma girişiminde bulunulmamıştır.
Mimar Sinan’a Kadar Külliyeler | Semavi EYİCE
Yorum Yaz