Ur’un yıkılması ve Üçüncü Soy’un egemenliğinin ortadan kalkmasından, 1 594 yılına kadar geçen dönemi eski Babil Çağı olarak adlandırıyoruz. Bu tarihte Hitit kralı Murşili 1., Babil krallığına son vermiş ve egemenliğin Kassitlere geçmesine yardımcı olmuştur. Samilerin ele geçirdiği kentler arasında, bugünkü füı.ğdat’ın seksen kilometre güneyindeki Babil de bulunuyordu. Sumuabum adlı bir bey burada 1 850 yılında bir Amorit soyunu başlattı . Sumuabum’dan sonra gelen krallardan altıncısı ve eski Ortadoğu’nun ünlü krallarından biri olan Hammurabi zamanında Babil bütün bölgeye hakim olacak ve eski Sümer ülkesine kaybolan adını verecekti. Hammurabi 1 750 yılında taç giydiği zaman, bütün Mezopotamya Ur’un yıkılmasından önce ve sonra kurulmuş bir dizi kent devletin birbiriyle kapıştığı bir bölge haline gelmişti. Bu kent devletlerin ço ğunun yönetimi Amoritlerin elindeydi, ama aralarındaki kan bağı bölgenin zenginliklerinin tümünü ellerine geçirebilmek için birbirleriyle savaşmalarını engellemiyordu. Bu kent devletlerin en önemlileri güneydeki kentleri haraca bağlamış olan Larsa, kuzeybatıda Mari, kuzeyde Eşnunna ve Babil’in 320 kilometre kuzeyinde, Dicle kıyısında kurulmuş olan Asur kentiydi. Hammurabi yönetimi eline aldığında, Babil din adamlarının ve tüccarların hammadde ihtiyacı çektiklerini gördü. Suriye ve Anadolu içlerinden bakır, gümüş, kereste getiren kervanlar çoğu kez topraklarından geçtikleri ülkelerin beyleri tarafından yağmalanıyorlardı. Güçlü bir yönetimle bu Mezopotamya krallıklarını birleştirmek, eski Sümer’in zenginliğini ve görkemini geri getirmek gerekiyordu. Yeni kral böylece birbiri ardına sefere çıkarak, kent devletlerini, beylikleri dağıtıp, kendine bağlamaya başladı. Hammurabi kırkiki yıl sonra öldüğünde, küçük Babil krallığı güneyde Basra körfezinden Toroslara, Anadolu içlerine kadar uzanan bir imparatorluğun başkenti olmuştu. Sümerlerin yapamadığını Hammurabi yapmış, güney ve kuzey Mezopotamya’yı bir yönetim altında birleştirmişti. Yayılmacılık üzerine kurulan bu imparatorluk, petrol dışında hammadde kaynakları zayıf olan Mezopotamya’da çağının en yüksek uygarlığını yarattı. Hammurabi gerektiği zaman komşularıyla “Dostluk ve İşbirliği Anlaşmaları” imzalıyor, barıştan ve kardeşlikten söz ediyor, zamanı gelince de saldırıyordu. Yönetiminin otuzdördüncü yılında böyle bir anlaşmayla bağlı olduğu Mari krallığına saldırarak yakıp yıkmış ve Mari’yi haritadan silmişti. Bugün Mari’de kralın sarayının kalıntılarını araştıran arkeologların buldukları eşyalar arasında yirmi bin tabletlik bir arşiv de bulunmaktadır. Bu tabletlerin arasında Babil ve Mari arasında yapılan anlaşmaların metinleri, Hammurabi’nin “kardeşi” Mari kralına yazdığı mektuplar da vardır. Bilim eskiden Hammurabi’yi belki de eski bir önyargıyla önemli bir devlet adamı olarak kabul ediyordu. Kuşkusuz bu yargıda, Sümer Yasaları bulunmazdan önce, Hammurabi Yasaları’nın tarihin ilk yazı lı yasası sayılmasının da bir payı bulunmaktaydı. Ama Mari arşivindeki tabletleri çözen araştırmacılar biraz da şaşkınlıkla Hammurabi’nin çağın diğer kralları arasında olduğunu, ama en önde geleni olarak kabul edilmediğini gördüler. Bir tablette şöyle deniyor: “Gücü kendini diğerlerinin önüne çıkaran hiçbir kral yoktur. Babilli Hammurabi’nin ardından on veya yirmi kral geliyor; bir o kadar Larsalı Rim-Sin’in ardından, bir o kadar da Eşnunnalı İbalpiel’in ardından … ve Camşadlı (Halep civarında bir beylik) Carimlin’in ardından yirmi kral geliyor. ” Bu tabletin Hammurabi’nin Larsa ve Eşnunna’yı ele geçirmesinden, Suriye’deki krallıkları haraca bağlamasından önce yazıldığı anlaşılıyor. Hammurabi orta ve Kuzey Mezopotamya’daki krallıkları ortadan . kaldırıp, bu iki bölgeyi Babil yönetimine bağladıktan sonra kuzeye döndü ve Babil’in yüz kilometre kuzeyindeki Eşnunna krallığını istila etti. Eşnunna Asuristan’ın başkenti olan Asur ile birlikte kuzey Mezopotamya’yı egemenliği altında tutuyor ve böylece ticaret yollarının kontrolünü elinde bulunduruyordu. Böylece Asuristan üzerinde de tam olmasa bile belli bir egemenlik kurdu, Asur krallığını haraca bağladı. Babil, Hammurabi’nin yönetiminde bütün Mezopotamya’ya hakim olan bir imparatorluk konumuna girmişti. Lübnan’ın sedir ağaçları, Anadolu’nun gümüş ve bakırı Babil’e akıyordu. Kentlerde köleler Mezopotamya tanrılarına büyük büyük Zikkuratlar kuruyor, din adamları bu Zikkuratların gölgesinde ticaret yapıyorlar, mali işleri düzenliyorlardı. Hammurabi bugün Paris’teki Louvre müzesinde bulunan ve üzerine Hammurabi Yasaları’nın oyulduğu sütundaki önsözde “kendini dünyanın en güçlüsü” olarak över; “krallık onurunun temeli gök ve yer gibidir, sarsılmasının olanağı yoktur” der. Yine önsözde tanrıların ona, “ülkede adaleti sağlamasını, kötülüğü ve haksızlığı ortadan kaldırmasını ve böylece güçlünün zayıfı ezmesine engel olmasını” ve “kendini Güneş tanrısıyla eş tutarak ülkeye ışık saçmasını” önerdiklerini söyler. Hammurabi’nin yönettiği imparatorluk üzerine günümüze pek çok yazılı belge kalmıştır. Yasalardan başka, anlaşma metinleri, imparatorluğa katılan yerlere atanan Babilli valilerle yazışmalar, Hammurabi’nin kişiliğini ve yönetimini tanıtmaktadır bize. Hammurabi esas yönüyle asker ve diplomat olmasına rağmen, yönetimdeki en küçük işlere bile el atıyordu. Mektupları faizlerin ödenmesine, alacak verecek nedeniyle yurttaşlar arasında çıkan anlaşmazlıklara değindiğini gösterdiği gibi; vergilerin ödenmesi, yeni binaların ve tapınakların inşa edilmesi, yeni sulama kanallarının yapımı ve eskilerin onarılmasına da dikkat ettiğini gösteriyor. B ütün Mezopotamya bir imparatorluk çatısı altında birleşmiş, ülkeye refah gelmişti. Ama vergiye bağlanan Suriye ve Anadolu’daki beyliklerin yoksullaşması, savaşlardan sonra ülkeye getirilen kölelerin kanı ve teri bahasınaydı bu zenginlik. Kervan yolları, limanlar Hammurabi’nin denetimi altındaydı, güneydeki bereketli topraklarda yetişen her çeşit tahıl, meyva, sebze Babil ambarlarını dolduruyordu. Bu zenginliğin yanında kültür yaşamında ise, eskiye oranla pek fazla bir değişiklik yoktu. Sümerlerin zamanından kalma tanrıların çoğu Sami adları almıştı; görevleri, tapınılma biçimleri eskisi gibiydi. İnançlarda büyük bir değişiklik yoktu. Babil tanrısı Marduk’un tanrı lar meclisinde Sümer tanrısı Enlil’in yerini alarak baştanrı olması bile Hammurabi’den sonra gerçekleşmiştir. Ozanlar şiirlerini eski söylenceleri ve destanları temel olarak söylüyorlardı. Güzel sanatlar ve mimaride de değişen pek birşey yoktu. Eski Babil Çağı’nda Sümerce, konuşulan bir dil olmaktan çıkmış tı. Ama devlet yazışmaları Sümerce dilinde sürdi.\fülüyordu, tapınaklardaki dua ve ayinlerde Sümerce kullanılıyordu. İlk kez bu çağda Sü merce-Akadça sözcük listeleri veya sözlükler hazırlandı. Bu sözlüklerden de 1 500 yıllarında Ugarit’de Sümerce-Akadça-Hititçe sözlükler hazırlandı. Bu sözlükler bu çağın kültürel yaşamının önemli bir ürünüdür. Hammurabi 1 708’de öldüğü zaman, kurduğu imparatorluğun başarısını ancak birkaç yıl görebilmişti. Ölümünden kısa bir süre sonra, “temelleri yer ve gök gibi, sarsılması olası değildir” dediği Babil imparatorluğu dağılmaya başladı. Boyunduruk altına alınmış halklar, haraca bağlanmış krallar yer yer başkaldırdılar. Hammurabi’nin oğulları isyan alevlerini söndürmeye uğraştılarsa da, başaramadılar. Önce Hititler, sonra Hurriler ayrıldı. Daha sonra Asur kralları Babil kervanlarının yollarını kesmeye, gümrük vergisi almaya başladılar. Zamanla imparatorluğun kuzeyi ve güneyi kendi başına buyruk küçük beyliklerin, eski kent devletlerin eline geçti. Hammurabi soyu bir yüzyıl daha Babil ve çevresini elinde tutabildi. 1594’dc: Anadolu’dan hareket eden Hititler, Hammurabi soyunun Babil ülkesindeki egemenliğine son verdiler. Birkaç yüzyıl içinde Anariolu ve ürtadoğu’nun en güçlü devletlerinden birini kuracak olan Hititler, kralları Murşili I.’in başkanlığındaki bir orduyla Babil’i ve çevresini yağmaladılar, Babil krallığını yıktılar; ardından da yağız atların çektiği çıft tekerlekli arabalarına atlayıp, geldikleri gibi ülkelerinin yolunu tuttular.
Eski Babil Çağı | Erol SEVER
Yorum Yaz